Bir Mucize

Bir Mucize
Unutmuştum…
Tıpkı gittiğinden beri yemediğim çikolataların tadı gibi unutmuştum, güzele dair ne var ise seni kaybettiğim günden beri. Sen beni bırakalı tam tamına yedi ay iki yüz on dört gün olmuştu. Dolapları yerleştiriyordum ve elime sana ait minicik bir şey geçti. Dolapta öylece kalmış, kenara, arkalara atılmış, senin bir zamanlar varlığını ispatlayan minicik bir cisimdi elime geçen. Onu senin için aldığım günü anımsadım, bu kadar can yakan bir anımsama olmamalıydı bu. Yeniden hissettim bu derin yok oluşu, var olmayışını.
Seni çok beklemiştim, yıllarca senin gelmeni deliler gibi istemiş, bunun için adaklar adamış, hunharca dualar etmiştim. Ben de tam olmak istiyordum. Evrendeki her dişi gibi ben de tümüme varıp, sonsuz mutluluk diye bir şey var ise o mutluluğa erişmek istiyordum. Evren sonsuzdu ama mutluluk sonsuz değildi bunu anlamıştım.  Benim minik mucizem, yıllarca çektiğim tüm acılara değmiştin. Var olduğunu hissettiğim an, seni gördüğüm o olağanüstü an… Bu dakikaların saadetini anlatmam mümkün değil aslında ama sen hissetmiş olmalıydın senin için her şeyi nasıl da göze alabileceğimi. Hissettirememişim sana, tüm suç bende, keşke daha güçlü olabilseydim… Seni gördüğüm andan itibaren uykularım kaçtı, sana dair deliler gibi planlar yaptım. Önümüzdeki son on yılı tasarladım. Ama John Lennon’un dediği gibi: “Hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir”. Nereden bilebilirdim bize, ikimize bu kadar mutsuz bir son hazırlandığını…
Seninle iletişim kurup duruyor, sana bildiğim her şeyi anlatıyordum. Klasik müzik dinliyor, içinde savaş, kötülük ve mutsuzluk barındırmayan kitapları sesli okuyor,  dünyaya gelmen için sana bu evrenin güzelliklerinden bahsediyordum. Sağlıklı besleniyor, temiz havada yürüyüşler yapıyor, ilaçlarımı düzenli şekilde alıyordum. Karnım şişmeye başlamıştı, yıllarca bunu beklemiştim, etrafımdaki hamile kadınlara imrenmiştim. Sonunda benim de bir mucizem vardı, bu evrene benden de miras kalacaktı. Heyecanla cinsiyetini öğrenmeye gittiğimde içimde kız olacağına dair bir umut yeşermişti. Bana arkadaş olacak bir kızım olacaktı, doktor doğrulamıştı. Hemen o minicik ayakların için pembe patik aldım sana. O kadar mutluydum ki olumsuz hiçbir şeye yer yoktu içimde. Yavaş yavaş giysilerini almaya başladım, battaniyen, beşiğin, odan derken altıncı aya girmiştin. İçimde hareket ediyordun, çikolata yediğimde deliler gibi kıpırdanıyordun. Ben çikolata yediğimde sen de mutlu oluyormuşsun, bu nasıl bir mucize!  Kendimi hiç yormuyor, sıradan işlerime devam ediyordum. Sen kucağımda değildin ama içimdeydin, ben de vaktimin çoğunu seninle konuşarak geçiriyordum. Böyle mutlu gitmedi işte bizim hikâyemiz. Sen bu yolculuğu tamamlamamaya karar vererek, benden ayrıldın. Kıpkırmızı bir yokluk sardı beni, hiç kımıldayamadım sen giderken, müdahale edemedim bu gidişe. Bağırırken sesim çıkmadı, ağlarken gözyaşlarım akmadı… Bir cenindin beni hayata bağlayan ve bir bebektin beni hayattan kopartan. Öyle bir yıkılış ki bu hani filmlerde izlediğimiz kıyamet günü sahneleri var ya, tıpkı onlardan biriydi benim için senin kırmızı gidişin. Ben o gün kendi kıyametimi gördüm ve bugün hala o mahşer gününü yaşıyorum kendi cehennemimde.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Arayışlar / Lou Andreas Salome

Beyaz Geceler / Dostoyevski

Canan Tan / İz